KARDİYOLOJİ TARİHİNE KISA BİR BAKIŞ
Alıntılandığı Kaynak: Heper C, Aydınlar A. Kardiyoloji Tarihine Kısa Bir Bakış. İn. Heper C, Tiryakioğlu Kenar S. (Eds.). Kardiyoloji Bursa Tabip Odası Sürekli Tıp Eğitimi Kitabı. Bursa Tabip Odası Yayınları, 2021:17-25
Dr.Cem Heper
Bursa Tabip Odası Sürekli Tıp Eğitimi Komisyon Başkanı
İletişim: Bursa Jimer Hastanesi Kardiyoloji Bölümü, Nilüfer – Bursa
Tlf: 444 45 67 – dahili:35, 0224 452 06 00 mobil: 0532 346 85 54
e mail: cheper@jimer.com.tr
Dr Ali Aydınlar
Bursa Uludağ Üniversitesi Tıp Fakültesi
Kardiyoloji AD Başkanı
Kardiyoloji tarihini ilgilendiren yönleri ile kardiyoloji öncesi dolaşım sistemi bilgilerimizin gelişimini öğrenmemiz, insanlığın ve bilimsel gelişimin nasıl gerçekleştiğini anlayabilmemiz ve geleceğe hazırlanmamız için yararlı olabilir. Bunun için bilinen en eski kaynaklardan başlayarak günümüze kadar olan gelişmeleri son derece özetleyerek aktarmaya çalışağız.
Kalp, bu günkü modern uygarlığımızın temellerini oluşturan, eski Mısır ve Yunan uygarlıklarında inanç, ahlak ve sağlık için en önemli sembol ve temalardan biriydi. Eski Mısır uygarlığında havanın burundan girip, akciğerlere ulaştığı, buradan da kalp ve bütün organlara dağıldığı düşünülüyordu. Eski Mısır’da kalbin manevi ve dini yönden çok zengin anlamları vardı. Hekimlik açısından da yaşamsal işlevleri ile önem taşır ve hekimliğin ilgi alanlarının başında gelen konular arasında yer alırdı.
Eski Mısırda damarların işlevlerini yerine getirebilmek için belli bir esnekliğe sahip olması gerektiği biliniyordu. Tarihte bilinen en eski kardiyoloji kitabının Milattan 1550 yıl önce yazılmış olan Ebers papirüsü olduğu iddia edilmektedir.(1-3) Leipzig Üniversitesindeki yaklaşık 110 sayfalık papirüsün girişi kalp ve damar sistemi muayenesinin önemine dikkati çekmekte ve kalbin atışlarının hissedildiği her yerde damarların elle muayenesinin önemini anlatmaktadır. Nabızla kalp fonksiyonları arasındaki bağa dikkat çekilmektedir. Kalbin fizyolojisi ve kan dolaşımını açıklamak için Nil nehri ile ilgili benzetmeler yapılmıştı. Bu benzetmelerde, kalpten başlayan damarlar Nil’den ayrılan kollar gibi tüm vücudu kanla sulamaktadırlar. Damar işleyişindeki bozuklukların oluşturduğu tehlikeler, Nil nehrinde oluşan kuraklık, sel veya Nil’in kollarındaki tıkanıklıkların Mısırda yol açacağı felaketlere benzetilerek açıklanmaya çalışılmaktadır.
Hekimliğin babası olarak kabul ettiğimiz meşhur Hipokrat’a göre: Kalp bir kas kütlesinden oluşmaktadır. Sol karıncıktaki doğuştan gelen ateş, vücut sıvılarının dengede ve birbirleri ile uyumlu kalmasını ve vücut içinde dolaşmasını sağlar. Vücudun en sıcak yeri olan kalp, akciğerlere gelen hava ile soğutulur, daha sonra bu hava vücudun geri kalanına atardamarlar aracılığıyla gönderilir. Hipokrat’a göre atardamarlar kan değil hava taşımaktadır. Kan dolaşımı vücudu sular, kan azalırsa veya biterse insan ölür. Aklın merkezi de beyindir.
Platon ise özellikle pneuma adını verdiği yaşamsal nefesin çok önemli olduğunu düşünürdü. Hayat nefesi olan pneuma hem ateş, hem de havadan oluşup, organlara hayat verirdi. Platon’a göre kan karaciğerde yapılır. Pneuma havadan solunur ve kan yoluyla taşınarak tüm vücuda yayılır. Ruhun, akıl, irade ve istekten oluşan üç bölümü olduğunu söyleyerek, aklın bedendeki karşılığının kafa, iradenin ve aynı zamanda gururun ve cesaretin karşılığının kalp, isteğin yani, yeme içme ve cinselliğin karşılığının da bel altında olduğunu söyler.
Aristo hayvanlarda yaptığı anatomik incelemelere dayanarak insan kalbinin 3 odacıktan oluştuğunu ileri sürer ve bu görüş insan üzerindeki incelemeler başlayana kadar geniş ölçüde kabul görür. Aristo’ya göre aklın, ruhun ve duyuların merkezi kalp olup, beyin soğuk ve ıslak bir organdır. Beynin tek görevi kalp ateşini ve kan ısısını dengede tutmaktır. Beyin ve duyu organları arasında görünürde bir bağ yoktur.
Erasistratus ise kan dolaşımıyla ilgili keşifleriyle dikkati çeker. Kanın insan vücudundaki yaşamsal önemini keşfederek, atar ve toplar damarların merkezinin kalp olduğunu anlar. Erasistratus’a göre, canı içinde taşıyan kan, kalpten beyne girer ve orada yaşamsal güce erişip sinirler aracılığıyla bütün vücuda yayılır.
2.yüzyılda yaşamış olan Galen ise 17.yüzyıla kadar hakimiyetini sürdüren ünlü dolaşım sistemi teorisini ileri sürmüştür. Buna göre yediğimiz yiyecekler karaciğerde kana dönüşür ve toplardamar aracılığı ile kalbe gider. Kalp yaptığı genişleme hareketi ile kanı emerek dolaşımı sağlar. Akciğerlerden gelen temizlenmiş kan da, sağ kalpten sol kalbe arada bulunduğunu varsaydığı gözenekler aracılığı ile geçerdi.
Orta çağda Roma imparatorluğunun çökmesi veya hristiyanlığın yayılmasıyla ortaya çıkan meşhur orta çağ bağnazlığının en karanlık döneminde beliren İslam uygarlığının ilk yüzyıllarında dünyevi çalışmalar için sağlanan hoşgörü ve özgürlük ortamı sayesinde, birkaç yüzyıllık bir süre boyunca, Müslüman tıp adamlarının eserleri ön plana çıktı. Bu dönemde yaşayan İbn-i Sina; Hipokrat, Aristo ve Galen ‘in eserlerinin çevirilerini yapan bilginlerin en önemlisiydi. 17. yüzyıla kadar batı tıbbının temel kaynaklarından biri olan El Kanun fi’t Tıb (canon medicinae) adlı kitabı yazan İbn-i Sina, kalbin zevk, hüzün ve korku gibi durumlarda, kişiye göre değişebilen belirtilere yol açan ve heyecanların hissedildiği bir organ olduğunu söylemiştir. Kalple ilgili düşünceleri Galen ile Aristonun birleşimi gibi değerlendirilmiştir. Galenden farklı olarak, kalbin diğer organlarla işbirliği yaptığını söyleyerek Aristoya yaklaşmıştır. Nabız incelemelerine önem vererek, yaşa, psikolojik duruma, işe, yıkanmaya, gebeliğe ve uykuya bağlı olarak nabız hareketlerinin değiştiğini bildirmiş, 20’den fazla nabız çeşidi tanımlamıştır.
Bu dönemde yaşamış olan, deneysel tıbbın, postmortem otopsinin ve insan disseksiyonunun savunucularından olan 1203 doğumlu İbnü’l Nafız, ortaçağın en büyük fizyoloğu olarak ta adlandırılmaktadır. Galen’in sağ ve sol kalp arasında olduğunu ileri sürdüğü gözeneklerin olmadığını, kanın görülmeyen gözeneklerden geçemeyecek kadar yoğun olduğunu bildirmiştir. Kanın atardamarlarla akciğerlere gittiğini ve orada temizlendikten sonra toplardamarlar aracılığıyla kalbin sol tarafına geldiğini söylemiştir. Böylece kalp ve akciğerler arasındaki dolaşımı tanımlamayı başaran ilk hekim olmuştur (1-9).
1543 te De Humani Corporis Fabrica adlı eserini yayınlayan Hollandalı Vesalius, başkalarından duyduklarını değil, kendi gözlemlerini yayınlar. Galen’in 200 kadar hatasını ifşa edip düzeltir. Kalp ve akciğerler arasındaki dolaşımı az çok İbn ül Nafiz gibi tanımlar. Kalbin kaslarıyla kapakçıklarının yapısını ve işlevlerini ayrıntılı olarak açıklar (1,2,8,9).
Orta çağda hıristiyanlıkla birlikte başlayan insan vücudunun resimlenmesi veya heykelleştirilmesinden kaçınma eğilimi Rönensans’ta tersine dönerek, insan anatomisinin son derece gerçekçi olarak resmedildiği bir döneme evrilir. Bilimde de dinsel dogmaya rağmen, gözlemsel ve deneysel çalışmalarla yapılan bilimsel çalışmalar tekrar başlar. Böylece üniversite ve akademik yaşam Rönesans ile birlikte adeta yeniden doğar.
1628’te William Harvey dolaşım sistemininin kapalı bir sistem olduğunu, kan hacminin sabit olup, bu sistem içinde devamlı olarak tek yönde dönüp durduğunu az çok gerçek şekli ile açıklayabilmiş ve kanın karaciğerde yapılarak dolaşıma karışamayacağını bilimsel olarak göstermiştir. Kapalı devre dolaşım sistemi fikrini ortaya atmıştır. Harvey’in bulgu ve fikirleri De Motu Cordis (kalbin işlevi) adlı kitabında yayınlanmıştır. Bundan sonra geriye kalan detayların açıklığa kavuşturulması, mikroskobun kullanılması sayesinde gerçekleşen kapiller, arterioller ve venüller’in keşfi ve histolojinin doğuşu ile sağlanabilecektir.
Modern Kardiyoloji açısından; patoloji, mikrobiyoloji, radyoloji, anesteziyoloji, kan bankacılığı ve transfüzyon bilimleri gibi bilimlerin gelişimi de son derece önemlidir.
Özellikle bilimsel çalışmalardaki metodolojiye yaptığı katkılar, patoloji ve anatomi alanlarındaki öncü çalışmaları ile bilim tarihinde yer almış olan ve kendi de kalp krizi ile ölen John Hunter (1728-1793), zamanının olanakları ölçüsünde bilinen kardiyolojik hastalıkların kalp ve damar sistemindeki bulgularını yayınlamıştır.
1842 yılında Crawford Williamson Long’un eter kullanarak cerrahide genel anestezi dönemini başlatması ile anesteziyoloji alanında özlenen en önemli gelişme meydana gelmiştir. Genel anestezi, bütün cerrahi alanlarda olduğu gibi kardiyovasküler cerrahinin de hem doğuşunu, hem de gelişimini sağlayan en önemli etkendir.
1862 yılında Louis Pasteur mikroorganizmaların enfeksiyonlardaki rolünü ve pastörizasyonun yararlarını kanıtlarken, 1876’da Joseph Lister antiseptik metodunu yayınlamıştır. Sterilizasyon ve dezenfeksiyon sayesinde cerrahi ve girişimsel tıbbi uygulamaların yol açtığı enfeksiyonların önlenip azaltılması mümkün olabilmiştir.
Transfüzyonda sorun yaratan ana kan gruplarının 1901’de, Karl Landsteiner tarafından keşfi, 1902’de Landsteiner’in iki öğrencisi Decastello ve Stürli, 1907 de de Hektoen ‘in katkıları ile Rh ve ABO sisteminin tamamının anlaşılması ve transfüzyon tıbbının en önemli aşamalarından olan çapraz karşılaştırma testinin (cross match test) keşfedilmesi, kan nakillerini güvenle uygulanabilir hale getirmiştir.
1915’te Richard Lewinsohn tarafından, kanların saklanması için sitrat çözeltisinin kullanılabileceği keşfedilince, 1917 yılındaki savaş koşullarında kan bankacılığı doğmuştur. Sonuçta, cerrahinin ve kardiyolojinin gelişimini sağlayacak unsurlar gelişmeye başlamış olur.
Bilinen ilk EKG kaydı 1895 yılında Einthoven tarafından yapıldı. Einthoven 1903 yılında Leiden üniversitesinde EKG cihazını geliştirerek klinik kullanımını başlattı. Zaman içinde EKG başta aritmiler, iskemik kalp hastalıkları ve elektrolit bozukluklarının tanısında ve diğer kalp hastalıklarının evrelenmesi ile takibinde kullanılan vaz geçilmez bir kardiyolojik yöntem oldu. EKG’nin keşfi sonrasında dolaşım sisteminin sağlığı ve sorunları ile ilgilenen bütün bilim dallarında hızlı bir gelişim başlamış oldu.
1912 yılında Amerikan Tabipler Birliği yayınlarında (The Journal Of the American Medical Association) James Herick tarafından koroner arterlerin ani tıkanıklıklarında oluşan klinik özellikler yayınlandı. 1928 de, Keefer ve Resnik angina pectoris ile koroner arter hastalığı arasındaki bağlantıyı yayınlandılar. Böylece iç hastalıklarından kardiyoloji, genel cerrahiden de kardiyovasküler cerrahi anabilim dalları doğmaya başladı.
1930’lu yıllarda McLean tarafından heparin’in, Chargoff ve Olson tarafından da protamin ile heparin etkisinin nötralize edilebileceğinin ortaya konması, girişimsel kardiyoloji ve kalp damar cerrahisi uygulamalarının başlatılabilmesini sağlayacak çok önemli bir gelişmeydi.
Girişimsel kardiyoloji 1929 yılında Intern Dr. Werner Forsmann’ın kendi brachial veninden sağ atriumuna yerleştirdiği kateterle yaptığı görüntülemenin yayınlanması ile başladı. Forsmann’ın başlattığı kardiyak kateterizasyon metodu, 1930’ların sonuna doğru, önce Castellanos ve ekibinin çalışmalarında, daha sonra da Robb ve Steinberg tarafından yapılan çalışmalarda, büyük damarların ve intrakardiyak anatominin anjiografik olarak gösterilmesinde kullanıldı.
Andre Cournand ve Dickinson Richards tarafından kardiyak fizyoloji ve patoloji çalışmalarında uygulanacak kalp kateterizasyonunun metodları geliştirildi. 1944 yılında Fallot tetrolojili çocuklara Blalock-Tausig şant operasyonu yapılmaya başlandı. 1953 yılında Gibbon tarafından ilk kez ekstrakorporeal dolaşım tekniği kullanılarak açık kalp ameliyatı ( ASD kapatma ameliyatı) yapıldı. 1956’da Forssmann, Cournand ve Richards kalp kateterizasyonunun keşfi, gelişimi ve girişimsel görüntülemeye katkıları ve bu alandaki buluşları için Nobel ödülü aldılar. 1958 yılında da Sones ve arkadaşları ilk koroner anjiyografiyi yaptılar. Koroner damarların yapısal özelliklerinin görüntülenebildiği dönem başlamış oldu. 1960’lı yıllarda koroner arter hastalığında cerrahi tedaviye yönelik adımlar atılmaya başladı. 1969’da Rene Favaloro ve Dudley Johnson, saphen ven otogreftleri ile koroner arter “by-pass” greftleme (KABG) ameliyatlarını başlattılar. 1977de Gruentzig tarafından çift lümenli balon kateterler geliştirilerek, koroner arterlere uygun şekilde minyatürize edilmesi gerçekleştirildi. Böylece KABG’den sonra, revaskülarizasyonda kullanılan diğer önemli metod, PTKA (perkutan transluminal koroner anjiyoplasti) uygulamaya girdi. Bunu takiben birçok bilim adamı tarafından değişik tip ve özellikteki stentlerin, kateterlerin, yapay kalp kapaklarının geliştirildiği bir dönem başladı. Kalp kapaklarının kateter üzerinden onarım ve replasmanları (TAVR, TMVR, mitraklip,vb) , aort anevrizmalarının onarılması yöntemleri hızla gelişmeye ve uygulanmaya başlandı.
Günümüzde kullanılan üçüncü bir revaskülarizasyon yöntemi olan trombolitik tedavi de, ilk kez 1950’lerde Sherry ve arkadaşları tarafından uygulandı. Yeni trombolitik ilaçların ve uygulama protokollerinin geliştirilmesi ve yararlılıklarının gösterildiği büyük çalışmaların sonuçlanmasından sonra akut miyokart enfarktüsünde, pulmoner embolilerde ve akut tıkayıcı tip inmelerin tedavisinde başarı ile uygulanan klasikleşmiş bir tedavi yöntemi halini aldı.
1950 yılında Kanadalı John Hopps tarafından başlatılan kalp pili uygulamaları, 1960’ların ortalarından sonra makul ve uygulanabilir bir yöntem halini almaya başlayarak, gelişti. Girişimsel elektrofizyoloji ve aritmi alanının doğması sayesinde, aritmilerin tanı ve tedavi yöntemlerinin gelişimi baş döndürücü bir hızla gerçekleşti. Günümüzde milyonlarca insan geçici ve kalıcı kalp pilleri ( pace-maker’lar) ile sağlıklarına kavuşturulmakta, ablasyon tedavileri ile ektopik aritmilerin ve atriyal fibrilasyonluların tedavisi ve intrakardiyak ileti gecikmesine bağlı kalp yetmezliklerinin veya intrakardiyak ileti gecikmesi ile birlikteki kalp yetmezliklerinin tedavisinde resenkronizasyonu sağlayan piller uygulanmakta, böylece hastaların yaşam kalitesi ve prognozu iyileştirilmektedir. Giyilebilir ve vücuda implante edilen kardiyoverter ve defibrilatör cihazlarının gelişmesi de aritmi tedavisindeki son otuz yılın en önemli gelişmelerindendir.
Ülkemizdeki gelişmeler açısından bakıldığında, dünya tıbbına getirilen yenilikler veya tanı ve tedavi alanında yapılmış buluşlar açısından henüz kayda değer büyük bir başarımız yoktur. Bu güne kadar alanımızdaki en büyük başarımız, modern bilimlerin tamamında olduğu gibi, kardiyolojide de, gelişmiş olduğu kabul edilen ülkeler ile yetişmiş eleman ve kullandığımız teknoloji açısından az çok aynı seviyeye ulaşmış olmamızdır. Bu gün dünyadaki en ileri düzeydeki hastanelere, nüfus başına düşen yeterli sayıdaki koroner bakım yatağına, nüfus başına düşen yeterli sayıdaki kardiyoloji uzmanına sahip olan ülkelerden biri ülkemizdir. Ayrıca, ülkemiz bilime yaptığı katkıları hızla artan nadir ülkelerden biri olmayı başarabilmiştir.
Ülkemizin alanımızda yazılmış ilk kitabı olarak 1927 yılında Ömer Neşet İrdelp’in yazmış olduğu “Kalp ve Enzarı” adlı eser kabul edilmektedir. Bundan sonra 1934 yılında Neşet Ömer ve daha sonra Türk Kardiyoloji Derneğinin kurucu başkanı olacak olan Muzaffer Esat Güçhan tarafından “Seriri Elektrokardiyografi kitabı yayınlanmıştır.
Ülkemizdeki ilk kardiyak kateterizasyon 1948 yılında Celal Ertuğ tarafından gerçekleştirildi. 1951 yılında da İstanbul Üniversitesinin Cerahpaşa merkezinde Husfelt tarafından perikardiyektomi ve kapalı komissurotomi operasyonu yapılarak kardiyovasküler cerrahinin ülkemizdeki gelişimi için ilk adım atılmış oldu. Bu merkezde Fahri Arel ve Nihat Dorken’in ekipleri tarafından kapalı kalp ameliyatlarının gerçekleştirilmesine başlandı. 1960 yılında Dr Siyami Ersek tarafından İstanbul Göğüs Cerrahisi Merkezi kuruldu. Burası o yıllarda ülkemizin en önemli kateterizasyon ve koroner anjiografi eğitim merkezi oldu. Diğer şehirlerimizde kurulacak olan kardiyoloji ve kardiyovasküler cerrahi merkezlerine öncülük yaptı.
1974 yılında Aydın Aytaç Hacettepe Üniversitesinde ilk bypass ameliyatını yaptı. Ankara Yüksek İhtisas Hastanesinde de Kemal Beyazıt ve ekibi tarafından seri halinde yapılan bypass ameliyatları başlatıldı. Ülkemizde, 1968 yılında Siyami Ersek tarafından ilk kalp transplantasyonu yapılmış olmakla beraber, modern anlamda başarılı olan ilk kalp transplantasyonu, 1989 yılında Koşuyolu Hastanesinde Cevat Yakut tarafından gerçekleştirildi.
Ülkemizin ilk koroner anjiyoplasti uygulaması, Ankara Gülhane Askeri Hastanesinde Oral Pektaş tarafından yapılarak, girişimsel kardiyoloji dönemi başlatılmış oldu.
Günümüzde kardiyoloji ve kardiyovasküler cerrahi alanlarında yer alan, hemen hemen her türlü eğitim, tetkik, işlem, girişim ve ameliyat, ülkemizde başarı ile yapılmaktadır. Sağlık alanındaki teknolojik eğitim ve araştırma kurumlarının nitelikleri ve sayısı, sağlık alanındaki bilimsel gelişime paralel olarak artmaktadır. Kardiyoloji alanında kullanılan tıbbi alet ve malzemelerin geliştirilmesini ve üretimini yapan kuruluşlarımız bir yandan artmakta, diğer yandan da gelişimlerini sürdürmektedir.
Türkiye Cumhuriyetinde, 111 tıp fakültesinde kardiyoloji eğitimi yapılmaktadır. Üniversitelerimizin yanı sıra, kardiyolojide uzmanlık eğitimi ve bilimsel çalışmaların yapıldığı sağlık kurumlarımızın nitelikleri ve sayısı hızla artmaktadır. Halen ülkemizde yeterli sayıda Kardiyoloji uzmanı çalışmaktadır. Eğitim olanaklarımız hem kendi vatandaşlarımız, hem de dünyanın her tarafından gelen hekim adayları ve uzman adayları için yeterli seviyeye ulaşmıştır.
Ülkemizin en önemli uzmanlık derneği olan Türk Kardiyoloji Derneği, 27 hekim tarafından 1963 yılında, İstanbulda kurulmuş olup, 1980 yılında kamu yararına çalışan dernek statüsüne kavuşabilmiştir. İlk kurucu başkanı rahmetli Prof. Dr. Muzaffer Esat Güçhan’dır. Derneğin sonraki yıllarda hızla gelişip EBAC akreditasyonuna kavuşması, mezuniyet sonrası eğitim programları oluşturup uygulamaya başlaması ve başta Avrupa Kardiyoloji (ESC) Derneği, Dünya Kalp Federasyonu, Balkan Kardiyoloji Dernekleri, Türki Cumhuriyetler Dernekleri, Balkan Kardiyoloji Dernekleri, Alman Kardiyoloji Derneği, Polonya Kardiyoloji Derneği olmak üzere dünyanın çeşitli otör kurumları ile yakın ilişkiler ve bağlar kurması sayesinde, hem Türkiye’nin kardiyoloji alanındaki gelişimine önemli katkılar yapmakta, hem de dost ve kardeş ülkelerin kardiyoloji alanındaki bilimsel ve tıbbi gelişimlerine önemli katkılar yapmaktadır (1,10,11).
Bursa Tabip Odası ise 1953 yılında kurulmuş olup, resmi görevi olan sürekli tıp eğitimi alanında, üyelerinin, uzmanlık derneklerinin, mesleki derneklerin ve bütün meslektaşlarımızın katkı, katılım ve destekleri ile çalışmalarını sürdürmektedir. Bu çalışmalar, kurslar, konferanslar, kitaplar, e-kitaplar ve online eğitim etkinlikleri ile yürütülmektedir (12).
1975 yılında kurulmuş olan Bursa Uludağ Üniversitesi Tıp Fakültesi, 1992 yılında kurulmuş olan Bursa Yüksek İhtisas Hastanesi ve 2020 yılında kurulan Sağlık Bilimleri Üniversitesi Bursa Tıp Fakültesi mesleki eğitimimizin şehrimizdeki en önemli tıbbi akademik kurumlar olarak görev yapmaktadırlar. Bilim ve eğitim alanında odamızca yapılmakta çalışmalarımıza yaptıkları katkılar sürekli olarak artmakta, çalışmalarımız hocalarımızın emekleri, teşvik ve gayretleri ile gerçekleşmektedir (12, 13).
Ülkemizin ve şehrimizin meslek odalarınca yapılan sürekli eğitim çalışmalarında ulaştığı gelişmişlik düzeyinin artarak süreceğine inanıyoruz.
KAYNAKLAR:
- DeBakey ME, Gotto AM. Early Knowledge Of The Heart. The New Living Heart. Adams Media Corporation.1997:1-16
- Yoket Ü. Eski Çağlarda Tıp. STED 2003;12(2): 76-78
- Dönmez OO, Duymuş Florioti HH. Eski Mısırda Tıp Uygulamaları. Yüksek Lisans Tezi. Sosyal Bilimler Enstitüsü Tarih ABD, Pamukkale Üniversitesi. Denizli 2019
- Durant W. Felsefenin Öyküsü. İz Yayıncılık 2. Baskı. İstanbul, 2003
- Soccio DJ. Felsefeye Giriş Hikmetin Yapıtaşları. Kaknüs Yayınları.İstanbul, 2010
- Alper ÖM. İbn Sina. Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi. www. islamansiklopedisi.org.tr Şubat 2021
- Ülken HZ. İslam Felsefesi Kaynakları ve Tesirleri Eski Yunandan Çağdaş Düşünceye Doğru. Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları. 1967
- Al-Dabbagh SA. Ibn Al Nafis and Pulmonary Circulation. The lancet 1978;1:1148
- Nagamia HF. Ibn al-Nafis: A Biographical Sketch of The Discoverer of Pulmonary and Coronary Circulation. Journal of the International Society for the History of Islamic Medicine 2003;1:22-28
- Türk Kardiyoloji Derneği. Tarihçe. tkd.org.tr Şubat 2021
- Türk Kardiyoloji Derneği. 1920’lerden 2000’lere Kardiyoloji. tkd.org.tr Şubat 2021
- Tor Ç. 1928-2013 Bursa Tabip Odası Tarihi. Bursa Tabip Odası Yayınları 1.Basım. 2013
- Atıcı E, Atıcı T. Bursa Tıp Fakültesinden, Uludağ Üniversitesi Tıp Fakültesine: Kuruluş Öyküsü. uludag.edu.tr Şubat 2021