Alıntılandığı Kaynak: Ersoy Özyardımcı C. Endokrinolojinin Tarihçesi.in Ersoy Özyardımcı (ed).Klinik Pratikte Metabolik ve Endokrinolojik Hastalıklara Yaklaşım. Bursa Tabip Odası Sürekli Tıp Eğitimi Kitabı. Bursa Tabip Odası Yayınları, Bursa,2021:19-26

( www.bto.org.tr/yayınlarımız )

Dünyada Endokrinolojinin Tarihçesi

Endokrinoloji tarihinin ilk gözlemsel bilgileri diyabet ve üreme endokrinolojisi ile ilişkilidir.
Milattan önce 4. ve 5. yüzyıllarda yaşayan Hipokrat ve Heredot’un eserlerinde üreme endokrinolojisinden bahsedilmekte, testis hasarlanmasının etkileri
bildirilmektedir. 1722-1776 yılları arasında yaşamış hekim Theophile de Bordeu ilk kez testisin bir iç salgısı olduğunu bildirmiştir. 1830 yılında Londra’da Cooper tarafından testis yapısı ve hastalıkları hakkında bir kitap yayınlanmıştır. Endokrinoloji tarihinin 1849’da Arnold Adolf Berthold’un horoz testisleri ile yaptığı ve iç salgı varlığını kanıtladığı deneylerle Goettingen’de başladığı kabul edilmektedir. Leydig, 1850 yılında erkek ve dişi memeli hayvanlarda cinsel organlar üzerine bir araştırma yayınlamıştır. Koellikler, 1854
yılında Leydig’in çalışmasında tanımladığı ve Leydig’in kendi adı ile anılan hücreleri insan testisinde de göstermiştir. İlk endokrin tedavi sayılabilecek yöntem 1889’da Charles Brown-Séquard tarafından denenmiştir. Charles Brown-Séquard erkek yaşlanmasını tedavi etmek için hayvan testislerinden elde edilen özleri kullanmıştır. Organoterapi denen bu yöntemin o dönemde popülerliği uzun sürmese de, tedavide denenmesi, modern kortizon ve tiroid
hormonlarına zemin oluşturan adrenal ve tiroid özlerinin tedavide kullanılmasını sağlamıştır (1-4).
Herophilus’un milattan 300 yıl önce ovaryumu dişi testis olarak tanımladığı bilinmektedir. Regnier de Graaf Hollanda’da 1672 yılında yayınladığı eserde foliküllerden bahsetmiştir. Corpus Luteum ilk kez 1555’te Vasileus tarafından, sonra 1673’te daha ayrıntılı olarak Graaf tarafından tanımlanmıştır (2). Tiroid bezinden ilk bahseden milattan sonra 129-201 yılları arasında yaşamış olan Galenos’tur. 1500’lü yıllarda Paracelsus guatr ve kretenizmi tanımlamıştır. Aradan geçen uzun zaman sonra 1656’da Thomas Warton ilk kez tiroid anatomisinden ayrıntılı olarak bahseden bir kitap yazmıştır. 1706 yılında Jean-Baptiste Morgani tiroidin follikül yapısını ve kolloid maddeyi tanımlamıştır. 1835’te Robert James Graves çarpıntı ve guatrı bir araya getiren 3 vaka yayınlamıştır. 1840 yılında Carl Adolph von Basedow 4 vakada taşikardi, egzoftalmi ve guatr birlikteliğini tanımlamıştır. 1841’de Friedrich Henle “kanalsız bezleri” ilk tanımlayan kişi olmuştur. Bu bezlerin ürünlerini özel kanallara değil kan dolaşımına salgıladığını söylemiştir. Henle, Allgemeine Anatomie adlı eserinde tiroid, timüs ve böbreküstü bezlerini endokrin organ kavramına yakın şekilde tanımlamıştır. 1855’te Claude Bernard bu kanalsız bezlerin ürünlerini “iç salgılar” terimini kullanarak diğer glandüler ürünlerden ayırmıştır. Hormonu tanımlayan ilk kavram da bu olmuştur. 1873 yılında Gull miksödemden bahsetmiştir. İlk parsiyel tiroidektomi ameliyatı 1880 yılında Paul Jules Tillaux tarafından yapılmıştır. 1891’de George Murray, koyunların tiroid bezini çıkarıp küçük parçalara ayırmış, karbolik asitte 1 gece bekletip süzdükten sonra elde ettiği ve pembe tiroid suyu adını verdiği özü bir kadın hastaya enjekte ederek semptomlarında düzelme olduğunu göstermiştir (2-4). Paratiroid bezler ise ilk kez 1880’de Ivar Sandstörm tarafından tanımlanmıştır (2).
Endokrinoloji tarihinde ilk kez Galenos hipofiz bezinden bahsederek işlevini tanımlamaya çalışmıştır. 1600’lü yılların sonu, 1700’lü yılların başında Santorini, Winslow ve Albert de Haller hipofiz bezinin ön ve arka lobu arasındaki farka dikkat çekmişlerdir. Hipofiz hücrelerinin farklı gruplara ayrılabileceği ilk kez 1843’te belirtilmiştir. Hipofiz bezinin asıl fonksiyonlarının ne olduğu ise 20. yüzyılda tanımlanabilmiştir. İlk transnazal hipofiz cerrahisi Avusturyalı beyin cerrahı Hermann Schloffer tarafından 1907’de yapılmıştır. 1909’da Harvey Cushing sublabial transsfenoidal yaklaşımla bir akromegali vakasına hipofiz cerrahisi gerçekleştirmiştir (2,5).
Sürrenal bezler 16. yüzyılda tanımlanmış olmalarına rağmen, ilk kez 1855’de hayati önem taşıdıkları Thomas Addison tarafından bildirilmiştir. 1893’te George Oliver ve Edward Schafer adrenal bez özünü elde edip kan dolaşımına enjekte ettiklerinde kan basıncının yükseldiğini bildirmişlerdir (2,3).
Diabetes mellitusla ilişkili ilk kayıtlara milattan önce 3000-1500’lü yıllara ait papirüslerde rastlanmıştır. Diabetes mellitus ismi ilk kez milattan sonra 2. yüzyılda Kapadokya’lı Arateus ve Memphis’li Appolonius tarafından kullanılmıştır. 1869 yılında Paul Langerhans pankreastaki adacık hücrelerinden bahsetmiş, 1893’te Gustave Eduard Laguesse bu adacıkların insülin salgıladığını öne sürmüştür. 1889’da Friedrich Caspar Joseph von Mering ve Oscar Minkowski yaptıkları çalışmalarda pankreas çıkarıldığında diyabet semptomlarının ortaya çıktığını göstermişler ve hastalıktan pankreasın sorumlu olduğunu ortaya koymuşlardır (2,6).
20. yüzyılın başlarında bir dizi hormonun saflaştırılması ile ilişkili gelişmeler hormonal bozukluklardan etkilenen hastalar için yeni tedavilere imkan sağlamıştır. 1902’de Ernest Starling ve William Bayliss tarafından keşfedilen ve saflaştırılan ilk hormon sekretindir. 1905’te Starling bu tür kimyasallar için ilk kez antik Yunanca’da “heyecan” anlamına gelen “ormao” kelimesinden türeyen “hormon” terimini kullanmıştır. 1914’te Edward Kendall, tiroid ekstrelerinden tiroksin hormonunu izole etmiştir. Kanada’da 1921 yılında Frederick Banting ve Charles Best pankreas özlerinde bulunan bir başka önemli hormon olan insülini keşfetmişlerdir. Aynı yıl Romen bilim adamı Nicolae Constantine Paulescu bağımsız olarak insülin olduğu düşünülen pankreas özlerinden elde ettiği pancrein adlı bir maddenin varlığından bahsetmiştir. İnsanlarda tedavide insülinin kullanılabilmesi için saflaştırmayı yapan ise Collip olmuştur. İlk insülin enjeksiyonu 1922’de Leonard Thompson’a uygulanmış ve bu tedavi ile hastanın yaşatılmasına olanak sağlanmıştır. İnsülin tedavisi diyabet ve tedavisinde çok önemli bir çığır açmıştır. 1929’da Edward
Doisy, hamile kadınların idrarından hormon izole ettiğini bildirmiştir (1-6).
II. Dünya Savaşı’ndan sonra nükleer teknolojinin kullanıma girmesi, özellikle hipertiroidizmi tedavi etmek için radyoaktif iyot kullanımı tiroid ameliyatı ihtiyacında azalmaya yol açmıştır. Rosalind Yalow ve Solomon Berson 1960 yılında hormonlara karşı gelişen antikorları radyoaktif izotoplarla birleştirerek çok az miktarda hormonunun hassas ölçümünü sağlayarak endokrin bozuklukların erken tanı ve tedavisine imkan veren radyoimmunoassaylerin temelini atmışlardır. 1960 yılında radyoimmün yöntemlerin bulunması endokrinoloji tarihinin çok önemli dönüm noktalarından biri olmuştur. 20. ve
21. yüzyıl endokrinoloji ve diyabet alanında çok önemli gelişmelerin yaşandığı dönemler olmuşlardır (1,2).

NOT: Referanslar ve ülkemizdeki tarihi gelişmeler için alıntı yapılan kaynağımızdan yararlanabilirsiniz. www.bto.org.tr/yayınlarımız